;
‘Eagle Tattoo Theatre’ olarak faaliyetlerimizi sürdürürken, içinde bulunduğumuz çevreye ve topluma, iş ilişkisinde bulunduğumuz kişi, kuruluş ve müşterilerimize, etik kurallar çerçevesinde davranmayı ilke edindik.
Uzmanlık Alanlarımız
Seminerler:
1999 yılında Uludağ üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif cerrahi anabilim dalı kliniğinde ‘Yara ve Kesik izlerini Giderme’ konusunu tanıtım amaçlı seminer verdik.
Bu seminer de, Sayın Mesut Bey’in hastalarından birsinin meme rekonstrüktifi sonrasındaki göğüs ucu ve çevresindeki durumunu oluşturduğumuz renk ile giderdik
Yapmış olduğumuz çalışmaya canlı şahit olan ve oldukça etkilenen Mesut Bey bu konudaki en önemli referansımızdır.
Referanslarımız:
Prof.Dr.Mesut Özcan
Op.Dr.Türker Özyiğit
Op.Dr.Nuri Battal
Kriterlerimiz:
Kızılderililer: Vahşice Katledilip Vahşi İlan Edildiler
Herşey 1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfiyle başladı. Tanrı adına diye çıkılan yol, ne acı ki bir ulusun yok edilmesine kadar gidiyordu. Evet Kızılderililer, Kolomb’un günlüğünde söylediklerinin tersine kovboy filmlerinde, insan öldüren, kafa derisi yüzen çocukluğumuzun “vahşi” Kızılderiler’i.
Tarih bir kurmacadır belkide bu kurmacanın en somut örneği de Kızılderilerin başına gelenlerdir. Bu kadar kadersiz bir ulusa dünya tarihinde pek rastlanmasa gerek.
Hem toprakları ellerinden zorla alınsın, hem yaşama biçimleri ve inançları zorla değiştirilsin ve bütün bunlara başkaldırmaya çalıştığında da “vahşi” denilerek yokedilsin.
Güneşe, aya övgüler düzen, toprağı, ağacı, kuşu dinleyen, dünyayı onlarla birlikte algılayan Kızılderililer mi vahşiydi yoksa bir avuç toprak uğruna bir ulusu dahi yoketmeyi göze alan Beyaz Adam mı?
Onlar doğanın vahşi olduğunu ilk kez beyaz adamdan duydular ve ondan sonra onlar da “vahşi”liğin içinde kaldılar. Önce yüzlerine dostça gülen, ardından bir takım belgeler imzalatıp toprakların bir bölümüne yerleşen ve daha sonra onları topraklarından kovalayan beyaz adamlardan birşey anlamadılar. “Verdikleri sözün sadece birini tuttu çatal dilli soluk yüzlüler; topraklarınızı alacağız dediler ve aldılar”.
Dağların, dağlardaki vadilerin insanlarıydı onlar ama çöllere hapsedildiler. Topraklarını bırakıp beyaz adamın belirlediği çorak topraklarda yaşamaya zorlandılar. Ve beyaz adamın acımasızlığına, vahşiliğine daha fazla karşı koyamadılar ve boyun eğdiler.
Ve son Kızılderili lideri Gerenimo da teslim olduğunda yüzlerce Kızılderili ulusu, yüzlerce dil, yüzlerce kültür yeryüzünden silinmiş binlerce yıllık birikim, bilgelik yok edilmişti.
Şimdi onlardan geriye kalanlar kendilerine ayrılan çorak topraklarda kendi kültürlerini koruyarak yaşamaya çalışıyorlar ancak beyaz adamın hala gözü doymuş değil. Zorbalığını ve vahşiliğini asimilasyon politikasıyla devam ettiriyor. Çağdaşlaştırma kisvesi altında bir ulusun kültürü tamamiyle yok edilmeye çalışılıyor. Tıpkı globalleşme, küreselleşme adı altında dünyanın diğer ülkelerine yapılmaya çalışıldığı gibi.
Ne tezattır ki beyaz adam ürettiği ürünlere yokettiği insanların isimlerini vermekten de geri kalmıyor. Tıpkı arabasına Cherokee, ayakkabısına Nike, Helikopterine Apache ismini verdiği gibi. İnsanın Kızılderililer’e saygılarını ya da özürlerini ifade etmek için böyle birşey yaptıklarını düşünesi geliyor ama.
“Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.”
Kolomb’un günlüğünden…
“Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. … Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok… Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar…”
KIZILDERİLİLERDE YAŞAM
Kızılderili’ler hakkında öğrenilecek ilk şeylerden biri, pek çok türleri olduğudur. Bir Kızılderiliyi ilk olarak tepee’si içinde yaşayan, makosenlerinden alın bantlarına kadar boncuklarla parıldayan, tüylerden yapılmış güzel başlığını takan, örgülü uzun siyah saçlarıyla tom***wk’ı, davulu, tam-tam’ı, bıçağı ve hepsinden önemlisi, gösterişli bir şekilde süslenmiş, kol kadar uzun gövdesi olan kırmızı taştan piposuyla düşünürüz.
1541’de atlı İspanyollar Büyük Ovalar’a vardıklarında Kızılderililer’in kullandığı yegane yük hayvanı köpeklerdi. Kaçan İspanyol atlarının Kızılderililer tarafından kullanılmasıyla birlikte eşsiz bir kültür doğmaya başladı. Göçebeliği yaşam biçimi haline getiren, özellikle Büyük Ovalar’da ve batısında yaşayan Sioux, Cheyenne, Arapaho, Apache ve diğer kabileler için at gerek yaşam biçimini destekleyen hatta oluşumuna katkıda bulunan son derece önemli bir araç, gerekse statü ve zenginlik göstergesiydi.
İşaret dili Büyük Ovalar’daki Kızılderili kabilelerinin ortak anlaşma biçimlerinden biridir. Klavvolar’ın işaret diliyle mükemmel konuştukları biliniyor. İşaret dili kuzeyde Crowlar’ın yardımıyla Kanada topraklarına kadar uzanmıştı. Benzer bir iletişim örneği olarak duman işaretleri gösterilebilir. Cherokee halkından Sequoya’nın 1809’da geliştirdiği alfabe bilinen tek Kızılderili alfabesidir ve yazılı geleneği olmayan bir dil için dünya tarihinde eşi görülmeyen bir örnektir.
Avrupalılar’ın gelmesinden önce kuzey Amerika’da konuşulan Kızılderili dilleri 300’den fazlaydı. Bu dillerin en az yarısı belgelenmeden ortadan kalktı ve geri kalanlarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. şu anda en çok konuşulan diller arasında Navajo (100.000), Creec (70.000), Ojibwa (50.000) ve Sioux (20.000) bulunuyor. Özellikle ticareti kolaylaştırmak amaçlı ortak jargonlar gelişmişse de Kızılderili dilleri bir genelleme yapılamayacak kadar farklı yapılara sahiptir. Sanılanın aksine aynı bölgedeki Kızılderililer bile aralarında anlaşamazdı. Buna karşılık Kuzey Amerika’da birçok yer hala Kızılderili adı taşıyor. Minnesota, oklahoma, Chicago gibi
Coğrafi bölgelere ve yaşama biçimlerine göre Kızılderililer’in barınma biçimleri farklılıklar gösterir. Eskimolar buzdan iglolarda yaşarken, güneybatıda ker*** evlerle yerleşik bir düzen, Havasapai gibi kimi izole yerlerde ise son derece zengin bir kanyon yerleşmesi kültürü bulunuyor.
Doğudaki ormanlık alnlarda ahşap çatılı yapılar ön plana çıkıyor. Özellikle Büyük Ovalar’daki avcı göçebe halkların vazgeçilmez barınağı ise çadırdır (tipi). Bir tipi son derece iyi organize edilmiş bir mekana ve strüktüre sahiptir, kısa sürede oluşturulabilir ve kullanılan malzemeler çok işlevlidir. Örneğin çadır kazıkları yolculuk sırasında yük veya yolcu taşıma amaçlı kullanılabilir.
Kızılderili kadını kendi toplumunun büyük yaşam çemberinin tam ortasında yer alır. askeri ve yönetsel işlerden dışlanmaz. Aileyi çekip çevirme görevini onu birilerin bağlısı değil tersine bir bütünün parçası yapar. Birçok kabilede mallar kadına ait sayılır, mal ve ünvanlar kadın tarafından ilerler. Kadınlar Cherokee ve Iraquois halklarında aktif olarak yönetim görevi alır. Kızılderili kadını topluluk içinde üstlendiği görev ne olursa olsun bu görevi yerine getirme başarısına paralel olarak onurlandırılır ve mutlak saygı görür.
Kızılderililer’in geleneksel silahları arasında ilk sırayı ok ve yay alır. Deneyimli bir atıcı dakikada altı tane olmak üzere arka arkaya oldukça isabetli 20 ok atabilirdi. Bu silah Amerikan ordusunun kullandığı Springfield tüfeklerinden daha hızlı olmakla birlikte genel olarak etkisi daha düşüktü. Özellikle at üzerinde yapılan dövüşlerde tercih edilen mızraklar aynı zamanda törensel havası olan silahlardır. Yakın dövüş silahları arasında ise savaş baltası tomahawk ve çeşitli biçimdeki bıçaklar öne çıkar
Kızılderili müziği hemen her zaman bir rütüelin tamamlayıcısı olarak vardır. Başlıca müzikal ifade ise şarkıdır. Enstrümanlar temel olarak ritm amaçlıdır ve en çok kullanılanları davul ile zırıltıdır (rattle). Kızılderililer’in kullandığı tek melodik enstrüman flüttür. Şamanın çaldığı davul dansın ritmini belirler. Dans da genellikle bir rütüelin parçası olarak ortaya çıkar. En tanınmış danslar Savaş, Dağ Ruhları (Apache) ve Ateş danslarıdır. Ova Kızılderililer’inin Güneş Dansı yaradılışın bir temsili olarak kabul edilir. 1890’lara doğru ortaya çıkan Hayalet Dansı ise beyazların ortadan kaybolmasını ve yaban sığırlarının geri dönmesini sağlayacağı inancıyla çok kısa sürede popüler olmuştur.
Kabilelerin coğrafi dağılımı geçim yöntemlerini doğa ve iklim koşullarına bağlı olarak etkiler. Büyük Ovalar’daki kabilelerin yaşamları temel olarak buffaloya bağlıydı ve sürülerin peşinde göçebe bir yaşam tarzını getirmişti. Beyaz Amerikalılar’ın Kızılderililer’e karşı zaferi ancak milyonlarca buffaloyu yok etmelerinden sonra gerçekleşti. Güney ve güneybatı halklarının özgün tarımsal yöntemleri ve meyve bahçeleri savaşlar sırasında ortadan kalktı. Atlas okyanusu ve Büyük Okyanus’un kıyı bölgelerindeki halkların geçim kaynakları orman ve su ürünleriydi. Ancak beyazların bu kaynakları sahiplenmesiyle pekçok Kızılderili ölecek duruma geldi, bir kısmı da gerçekten öldü.
Eskimo dışındaki Kuzey Amerika kabilelerinin ortak inancına göre bir yaratıcı dünyayı yaratmış efsanevi bir lider ise kabileye kültürünü öğretmiştir. Ayrıca doğal olayları kontrol eden ruhlar vardır. bu ruhlarla yaratıcının ortak varlığı tek bir ruhsal güç olan Büyük Ruh Manitu’yu oluşturur. Birçok kabilede ölümden sonra yaşama ve reenkarnasyona inanılır. kızılderililer’e göre evren merkezinde dünya olan çok katmanlı bir yapıdadır. şamanların ruhlarla ilişki kurabildiğine inanılır. kızılderili inancının temelinde yatan tüm yaratıkların kardeş olduğu fikri, doğa ile kurdukları olağanüstü ilişkiyi açıklayabilir.
OTURAN BOĞA
Oturan Boğa (Tatanka Yotanka , Tatanka Latince’de bizon anlamına gelmekte.) ünlü Kızılderili lideri. Gençliğinden itibaren beyazların yerli halklar üzerindeki baskısını izleyen Oturan Boğa savaşçı ve lider olarak büyük ün yapmıştı. Beyazlarla anlaşma yapmaya sonuna kadar karşı çıktı. 1876’daki Little Bighorn Savaşı’nın önderlerinden biriydi.
Savaştan sonra halkıyla birlikte Kanada’ya göç etti. Ancak buradaki koşulların zorluğu ve ABD hükümetinin baskısı sonucunda dönüp rezervasyona yerleşmek zorunda kaldı. Oturan Boğa, rezervasyon yaşamı sırasında da halkı arasında büyük bir otoriteye ve saygınlığa sahipti.
Bir dönem Buffalo Bill’in Vahşi Batı gösterisine katılarak, ABD’yi dolaştı ve Kızılderililere yapılan haksızlıklara dikkat çekmeye çalıştı. Kızılderililer arasındaki otoritesi kırılamadığı için, 1890 yılında Hayalet Dansı bahanesiyle rezervasyon polislerince öldürüldü.
APAÇİLER
Apaçi adı bir Zuni kelimesi olan apachu’dan gelmektedir ve anlamı “düşman” dır. Kendi aralarındaki adları N’de ya da Dineh’tir, insanlar anlamına gelir. 1500!li yılların başlarında Athapascan halkından bir grup, anavatanları olan batı Kanada’yı terkederek şimdi Arizona, New Mexico ve dört köşe bölgesi olarak bilinen yerlere indiler. Buralarda Lipan, Jicarilla (İspanyolca’da derin içecek kaplarına istinaden söylenmiş bir kelimedir ve anlamı “küçük sepet”tir), Chiricahua, Tonto, Mescalero ve Beyaz Dağ Apaçileri olarak küçük kabile ve gruplara ayrıldılar.
Apaçiler göçebe insanlardı ve konik biçimde yapılmış, dört ayakla tepeye desteklenen çadırlarda (wicki-up) yaşarlardı. Avlanır ve yabani bitkiler toplarlardı; çok sonraları mısır ve kabak da ekmeye başladılar. Genellikle geyik derisi elbiseler giyerler, saçlarını uzatır ve açık bırakırlar, başlarına bir bant takarlardı. Erkekler de uzun, uçuşan edep yerlerini örten kalça etrafıyla bacak arsına sarılan örtü giyerlerdi. Yumuşak, hassas deri çarıkları kayalık, dikenli ve engebeli arazilerde çok önemliydi, çünkü binicilikten önce inanılmaz uzun mesafelerde iyi koşuculardı (buna rağmen atı ehlileştirmeyi kısa sürede öğrenmiş ve mükemmel biner hale gelmişlerdi). Temel silahları yaydı ve ateşli silahları aldıktan sonra bile uzun süre bunu kullandılar.
Apaçi kadınları özellikle gösterişili sepetler örerlerdi, bazıları lifleri arasından bir iğnenin bile geçemeyeceği kadar sıkı dokunurdu. Bebeklerini sırtlarında taşırlardı. Kadınlar aile yaşamında önemli rol oynarlardı; tüm ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilir, gerektiğinde büyücü hekimlik yapabilirlerdi.
Lipan Apaçileri, önceleri beyazlarla barış içindeydiler. 16. yüzyılda onlarla savaşmaya başladılar. Haşin göçebe istilacılar olarak Lipanlar batı Teksas ve Rio Grande’nin doğusunda kalan New Mexico’nun büyük bölümünü ele geçirmiş ve özellikle Meksika’da madenci veya göçmen haline gelmişlerdir. Cochise, Mangus Colorado ve Goyathlay, Esneyen Adam (gerenimo olarak tanınır) gibi ünlü şefleri vardı. Apaçilerin beyazlara yaptıkları saldırılar planlı değildi, bu kabilelerin çoğu beyaz Amerikalı ve Meksikalı’ların hilelerine, anlaşmaları bozmalarına ve katliamlarına kurban gitmişlerdir. 1880’lere kadar yine de boyun eğmemişlerdir.
Şimdilerde sayıları ancak 1500-2000 civarında olan Jicarillalar, New Mexico’nun kuzeyindeki yüksek dağlarda yaşamaktadırlar. White Mountain (Beyaz Dağ) Apaçileri Arizona’da ve New Mexico’da yaşarlar. 1905’de sadece 25 Lipan Apaçisi kurtulabilmişti ve bunlar Mescalero Apaçi Rezervasyonu’na yerleştirildiler.
KARAAYAK (Blackfoot)
Karaayaklar Algonquian kabilelerine bağlı üç gruptur; Siksikalar ya da Karaayaklar, Bloodlar ve Pieganlar. Siksikalar karaayaklı insanlar anlamına gelmektedir ve bir zamanlar siyah deri çarıklar giymiş olabilirler. Bloodlar ise muhtemelen isimlerini yüzlerine sürdükleri vermilyon(kırmızının bir tonu) rengi boyalardan almışlardır. Piegan’ın anlamı ise az ya da kötü giysi giymiş insanlardır.
Bu kabileler Kanada’dan yola çıkıp Kootenay ve Shoshoni’yi geçerek Montana’ya inmişlerdir. Kunduz aramak için av sahalarına giren tüm beyazları öldürdüklerinden, beyazlar ve kürk avcıları onlardan çok korkarlardı. Bizon sahasının kuzey sınrında yaşamalarına rağmen, Karaayaklar da diğer ova Kızılderilileri gibi çadırlarda yaşamış ve bizon avlamışlardır.
Pieagan’ların en temel törenleri güneş dansı ve savaşçı toplulukları tarafından düzenlenen Tüm Dostlar festivaliydi.
CHEYENNELER
Cheyenne adının anlamı Fransızca chien, “köpek” kelimesinden gelmektedir. Bunun nedeni ise köpek yeme ayinleridir. Cheyenne’ler kendilerini Tis-Tsis-Tas (insanlar) adıyla çağırırlar. İki ya da üç asır kadar önce Büyük Göller Bölgesi’nden büyük çayırlıklara gelen bir Algonquian kabilesidir. Çadırlarda yaşayan bizon avcıları, usta biniciler ve cesur savaşçılardı. Batıdaki Sioux kabileleriyle çok yakındılar ve Küçük Boynuz’da Custer’a karşı birlikte savaştılar.
Son savaşlardan sonra Kör Bıçak ve Küçük Kurt komutasındaki bir grup, eski av toprakları olan Montana’daki Topal GeyikRezervasyonu’na doğru efsanevi bir yürüyüş yaptı. Diğer bir grup olan güneyli Cheyenne’ler ise Oklahomada kaldılar.
CHEROKEELER
Cherokee adı büyük olasılıkla bir Choktaw kelimesi olan ve Mağara İnsanları anlamına gelen chiluk-ki’den gelmektedir. Cherokee’ler 1876’daki Kızılderili Bürosu’nun raporlarına göre “en uygar” beş kabileden biridir. Bu kabileler Birleşik Devletler’i örnek alan anayasal hükümetlere ve komün fonlarına sahiptirler. Ayrıca beyaz komşularının yöntemlerine benzer biçimde çiftçilik yapmaktadırlar.
En zengin ve bereketli topraklar Cherokee’lerindi. Andrew Jackson ve Van Buren’in Kızılderililer’i temizleme politikası doğrultusunda General Winfield Scott tarafından yönetilen birlikler, beyazların bu topraklara yerleşebilmeleri için Kızılderililer’i sürdüler. Missisipi’nin batısındaki sözde Kızılderili Bölgesi’ne sürülmeleri sırasında üçte biri telef olan Kızılderililer, bunu Gözyaşı Sürgünü olarak anarlar.
Hayatta kalmayı başaran az sayıda Cherokee’nin büyük çoğunluğu bugün Oklahoma’da yaşamaktadırlar. Kuzey Carolina’daki Cherokee Rezervasyonu’nda yaşayan Cherokee’lerin sayısı 7000’e yükselmiştir.
NAVOJOLAR
Navajolar, 1300’lü yıllarda kuzeybatı Kanada’dan güneybatıya inen bir Athapascan kabilesidir. Kendilerine Dineh, yani İnsan derler. Haşin, deri yüzücü, göçmen istilacılar olarak, güneybatıdaki çiftçi kabilelerin korkulu rüyasıydılar. Pueblo’lar onlara “düşman yabancılar” anlamına gelen apachu derlerdi. Bundan Tewa ve İspanyolca karışım olan “Apaches de Nabahu” adı türemiş ve zaman içinde Navajo halini almıştır.
Navajolar Pueblo komşularından gördükleri maskeli dans, sepetçilik ve seramikçilik gibi birçok kültürel uygulamayı benimsemişlerdir. Pueblolar’dan dokumayı, İspanyollar’dan da gümüş işini öğrenmişlerdir. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında mücevhercilik ve dokumacılığa başlamışlardır. Basit şef battaniyeleri bugün ünlü Navajo dokumalarına dönüşmüştür.
130.000’lik nüfusuyla Navajolar Birleşmiş Milletler’deki en kalabalık kabiledir. Rezervasyonları Gallup’dan Büyük Kanyon’a kadar New Mexico ve Arizona üzerinde 200 millik bir alana yayılır. Bu alan içinde Heykel Vadisi, Canyon de Chelly gibi doğa harikaları, kömür ve petrol kaynakları bulunmaktadır. Navajolar oldukça zengin bir kabiledir; tarım ve hayvancılıkta ilerlemişlerdir.
Kadınları hala geleneksel kıyafetlerini giyerler; kadife bluzlar, bilek seviyesine inen etekler ve gümüş ya da turkuvaz gerdanlıklar.
İşte en ünlü kızılderililer
Yıllarca Amerika Kıtası’nın gerçek evsahipleri kızılderililere karşı savaşan ve kısa sürede çoğunu yeryüzünden silen ‘beyaz Amerikalılar’, kaderin bir cilvesiyle dönüp dolaşıp yine kızılderililere ‘hayran’ oldular.
‘Solukbenizli’ ABD’lilerin yere göğe sığdıramadığı Hollywood’un dünyaca ünlü yıldızları arasından bazılarının ataları, gerçek kızılderililer.
İşte en ünlü ‘yerli’ Hollywood yıldızları:
Burt Reynolds: Hollywood’un 55 yaşındaki maço yıldızı. Dörtte bir kızılderili. Babasının annesi Cherokee kızılderilisi (anne tarafı İtalya’dan göç etti). Filmlerinde 1966 ve 68’de iki kez kızılderili rolü oynadı.
Cher: Gerçek adı Cherilyn Sarikissian Lapierre. 44 yaşındaki güzel yıldız yarı kızılderili. Annesi Cherokee kızılderilisiydi. Ten rengi, çekik kahverengi gözleri ve kalçası yerli kanının en belirgin özellikleri.
Raquel Welch: Hollywood’un 50 yaşındaki ölümsüz erotizm ilahesi de sekizde bir kızılderili kanı taşıyor. Bolivyalı babasının büyükbabası kızılderiliydi. Welch de 28 yıl önce doğan kızına, en ünlü kızılderili isimlerinden Tahnee’yi koydu.
Tina Turner: Müzik dünyasının efsane yıldızı. 51 yaşındaki Turner da sekizde bir kızılderili. Büyükbabası dörtte üç Navajo, büyükannesi dörtte üç Cherokee dörtte bir zenciydi. Her zaman kızılderili kanıyla gurur duydu.
Hayalet Dansı
Bir Kızılderili kabilesi olan Lakotalar, bir kurtarıcının gelip, topraklarını ellerinden alan Avrupalılar’dan kendilerine kurtaracağına inanmışlarDI.Bu inanışı yaşatmak için de ayinleştirip, Hayalet Dansı’nı yaratmışlardı.Bunu bir savaş dansı olarak düşünen Abd hükümeti de bu dansı yasaklamıştı.Hatta çok bilinen Oturan Boğa bu dansı yaptıktan sonra öldürülmüştü.İşte o dansın sözleri:
Kartal mesajı getirdi
güneşin çocuklarına
bufalonun dönüşü için,
ve güzel günler yakında
sen bedenimi öldürebilirsin
ruhuma lanet okuyabilirsin
senin tanrına inanmadığım için
dualarım karşısında durma şansın yok
sevgime karşı durma şansın yok
onlar yasakladılar hayalet dansı’nı
fakat biz tekrar yaşayacağız
kız kardeşim yukarıda
kızıla boyanmış o yaralı dizde
öldürüldü, bir azize o şimdi
büyük davulun var senin mesafeler ötesinden
gökyüzünde siyah kuş
duyduğun bu ses ve müzik bufalonun ağlamasıdır
çılgın at gizemliydi
kendinden geçmenin en iyisini bilirdi
ve Oturan Boğa büyük havariydi
hayalet dansı’na gelin Comanchee’ler
gelin Karaayaklar
gelin Shoshone’ler
gelin Cheyenne’ler
biz tekrar yaşayacağız
gelin Arapaho’lar
gelin Cherokee’ler
gelin Paiute’ler
gelin Sioux’lar
tekrar yaşayacağız…
Aşağıdaki yazıt bir Kızılderili kitabesinden alınmıştır
– Yalan tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki bire kırk verir.
– Bilgi de tohumdur. Bire yüz verir. Verdiği yüzün her biri bir tohumdur ki; sana bilgelik, torunlarına da ilham verir.
– Zeka sudur. Tohumları yeşertir. Yalanı da bilgiyi de.
– Yetenek topraktır. Ne ekersen onu biçersin. Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter.
– Emek güneştir. Tohuma da suya da toprağa da hayat verir.
– Kader çadırındaki kilim gibidir. Ipliğini Ulu Manitu verir sen dokursun.Deseni sendendir, renkleri doğadan…
– Şans doğal gübredir. Boktan bir şeydir yani. Ne zaman nereye düşeceği belli olmaz. Kilimine düşerse kirletir. Desenini değiştirir. Her şeyi bombok eder. Oysa toprağına düşerse besler.
Geronimo ve birkaç hikaye
Kızılderililerin bize benzerliğini anlamak zor değil.Kahramanları gerçek,cesur at,silah ve kadının yeri kutsal sayılıyor.En önemli özellikleri ise tek kişi ile 5000 kişiye kafa tutmaları.
GERONİMO ( 1829 – 1909 )
Geronimo (jur-ahn`’-moh) veya diğer adıyla Goyathlay, günümüzde Yeni Meksika olarak adlandırılan bölgede 1829 yılında doğmuştu. Şef Mahko’nun torunu olan Geronimo, bir Bedonkohe Apache yerlisiydi. Meksikalı askerler Geronimo, İspanyollar ise; O`na Jerome demişti. İsmi bu nedenle, sonradan Geronimo olarak bilinecekti. Sonora-Arispe’deki Apache yerlileri için, aslında o bir lider olarak görülüyordu. Geronimo’nun savaş kariyeri bir Chiricahua ( Apacheler arasında en çok saygı duyulan apachelerdir.) şefi olan kayınbiraderiyle de bağlantılıydı. Juh adındaki bu şefin, sözcüsü olarak beyazlarla ilişki kurmuştu. Geronimo Amerikan hükümetine karşı savaşan son liderlerden biriydi. Apacheler arasında ise son savaşçıydı. O sıralar Amerikalı yerleşimcilerin yanı sıra İspanyollarda bu bölgeye akın etmeye başlamıştı. Geronimo’nun hayatındaki en kötü anı da bu dönemde gerçekleşti. 1858 yılında bir gün eve döndüğünde, eşi, annesi ve 3 çocuğunu İspanyollar tarafından öldürülmüş olarak buldu. Anlatılanlara göre Geronimo, beyaz olan herkese karşı nefret duymuş ve elinden geldiği kadar beyaz öldürmeye çalışmıştı. Onun bu intikam ateşi Apacheler arasında bir üne sahip olmasını sağlamıştı.Arizona ve New Mexico’da yaşayan beyaz yerleşimcilere suratındaki agresif ifadesi ve vücudundaki Apache kanından dolayı hep korku saçacaktı. Geronimo, aslında bir şef değildi; ama bir şamandı. (şaman : medicine man – şifacı –büyücü ) ve bu yönü diğer özellikleri ile de birleşmiş, sonuçta ruhsal ve entelektüel bir lider olmasını sağlamıştı. Apache şeflerinin hepsi, Onun görüşlerine ve gücüne saygı duydu. 1870’de rezervasyon bölgesine ( San Carlos) yerleştirilen Geronimo, buradan kaçmaya çalışacak; fakat tutuklanıp bölgeye geri gönderilecekti. 3 kez daha kaçmayı deneyen Geronimo, dördüncü kaçışında başarılı oldu ve yakalanamayınca 500 izci ve 3000 Meksikalı asker, O’nun peşine düştü. İzciler sonunda onu buldu ve rezervasyon bölgesine geri götürüldü. Ancak özgür ruhlu Geronimo 1 yıl sonra 35 savaşçı, 109 kadın, cocuk ve gençle bu bölgeden de kaçmayı başardı. 1885’teki bu kaçışından 1894’ yılına kadar Geronimo bulunamadı.
Bir keresinde 24 adamı ile 5000 süvariden kaçan Geronimo Dumanlı Dağlar’a sığınmış ve dağları didik, didik arayan süvariler ilginçtir ki Geronimo’nun izine bile rastlayamamıştı. Geronimo’yu yakalayamayan süvariler köylere saldırıp kadın ve çocukları öldürmeye başlamışlardı. Bunu duyan Geronimo sonunda dayanamadı ve halkına zarar gelmemesi için teslim oldu ve Oklahama’daki Fort Sill’e yerleştirildi. Geronimo teslim olduğunda yanında en son 16 savaşçı 12 kadın ve 6 çocuk kalmıştı. Lawton’daki okul müdürü S.M. Barrett’a yerli bir çevirmen aracılığı ile hayatını kaydettirdi. Geronimo bir savaş suçlusu olduğundan müdür Barrett, dönemin başkanı Teddy Roosevelt’e varıncaya dek, her makama yazarak “Sürgündeki Kızılderili’nin sözlerini kaydetmek için izin istemişti. Geronimo anılarını anlatmaya Apache’lerin yer yüzüne geliş hikayesinden başlamıştı. İlk söyleşinin sonuna gelip, Barrett bir soru sorduğunda alacağı cevap şu oluyordu, “Ne söylüyorsam onu yaz.” Ölümünden önce son günlerini geçirmek için Arizona’daki evine dönmek istemiş ancak izin verilmemişti. Ve 1909 yılında bir savaş mahkumu olarak Oklahoma’da öldü. Kimilerine göre Geronimo işkence yapılarak öldürülmüştü. Öldükten sonra Geronimo rezervasyon bölgesinin arka tarafına gömülmüştü fakat ertesi gün Geronimo gömüldüğü yerde değildi. Çünkü o bir efsaneydi ve efsaneler ölmezdi..
Geronimo’nun sembolik mezarı Fort Sills – Oklahoma bölgesindedir. Apachelere göre Geronimo kutsal topraklar olan dumanlı dağlardadır.
Cırcır Böceği
Bir gün New York’ ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar,
gruptan biri kızılderilidir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri,
yolda calışma yapan işcilerin araçlarının çıkardığı gürültü, araçların korna
sesleri arasında ilerlerken kizilderili kulağına cır cır böceği sesinin geldiğini
söyler ve aranmaya başlar. Arkadasları bu gürültünün arasında bu sesi
duyamayacağını kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.
Aralarından bir tanesi inanmasada onunla birlikte aramaya devam eder.
Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür arkadaşıda arkasından takip eder ve
o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gercekten bir
cır cır böceği bulurlar. Arkadaşı kızılderiliye “senin insanüstü güçlerin var
bu sesi nasıl duydun” diye sorar, kizilderili ise bu sesi duymak için insanüstü
güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini
söyler. Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı
kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir cok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen
bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar kızılderili arkadaşına dönerek,
– “gördün mü önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır.
Herşeyi ona göre duyar , görür ve hissedersin” der !…
Kızılderili ve Ay
Nasa, 1966 yılı civarında aya gidecek Apollo astronotlarını eğitmek için kızılderili rezervasyonu sınırlarında bulunan ve ortamı ay yüzeyine çok benzeyen Tuba City e götürmüş. Astronotlar çalışmaya başlamış. Acayip görünümlü kamyonların arasında sadece 2 uzay giysili astronot görünüyormuş uzaktan. Yakınlarda da yaşlı bir Navajo çobanı ile oğlu koyun otlatıyormuş. İki astronot dikkatlerini çekmiş izlemeye başlamışlar. Bu arada da bazı Nasa personeli onları farketmiş ve yanlarına gelmiş. Çoban ingilizce bilmediği için oğlu aracılığıyla o iki acaip adamın ne olduğunu sormuş. Nasa personeli de “O adamlar aya gidecek astronotlar, eğitim yapıyorlar” deyince Çoban çok heyecanlanmış ve astronotlarla aya bir mesaj yollaması mümkün mü diye sordurmuş oğluna. Nasa personeli bunun çok orijinal bir şey olacağını düşünüp bir koşu teyp getirmişler ve adamın mesajını Navajoca teybe kaydetmişler. Mesaj kaydı bitince Nasa personeli çocuktan babasının mesajını tercüme etmesini istemiş ama çocuk reddetmiş. Daha sonra Kızılderili rezervasyonunda birçok kişiye yanaşmışlar, her biri önce “Cık cık cık” demiş sonra da mesajı tercüme etmeyi reddetmiş. Ama en sonunda eline para sıkıştırılınca bir genç yaşlı adamın mesajını tercüme etmiş:
– Bu adamlara dikkat edin, topraklarınızı çalmaya geldiler…
Kızılderililer Türk Mü?
“İndiana Üniversitesinden Amerikalı Profesör Denis Sinor Sibirya Türklerinden Tunguz kabileleri ve Yukagir’lerin Tunç çağı evrelerinden beri Kızılderililerle ortak bir kültüre sahip olduklarını tespit etmiştir. Huş ağacından oyulmuş kayıklar, Pirok yani deri, ağaç kabukları örtülerek yapılmış barınaklar ya da Kızılderililerin yarı küresel (Wigwam) veya konik(tepec) çadırları tipinde ortak kültürler, önünde yarık bulunan hafif giysi türleri, makosenler, karlı ormanların temel ulaşım aracı kayak gibi donanımlar tespit etmiştir. (Erken iç Asya Tarihi- Prof. Dr. Sinor- S. 102)” (Tanrının Türkleri- Cilt.1- S.314- Semih Tufan Gülaltay)
“Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden İnanna’nın “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindeki, boğaza takılan kolyeye Tork denilmektedir. Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan Tork-lar (Torkom) Hitit devleti sonrası kralları Pamba devrinde Hititlere boyun eğmek zorunda kalmışlardı. (The Hitites-Gurney-Pelican-U.S.A.) (Age. Sayfa:315)
“Tork isimli, Tanrıça İnanna timsali kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok (Etrak) kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar. (H.C. Tanju- Tunçderililer- S.68)” (Age. Sayfa:315)
“Sümer alfabesinde “Tork” timsali C hilal “N” harfi yerine geçer. Fin-ogur dilinde de “Tork” kelimesi boğaz, boyun anlamına gelen C hilal ile sembolize edilirdi.” (Age. S.315)
“Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle “Mayanca” demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahası idi…
Tahiti adasına ayak basan Captan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa Türk adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir. (Papau Mailu Language- D’Argingy- Luzac- New Guiness) (Age. S.315)
“Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır. (H. Cemil Tanju-Tunç derililer. S.106) (Age.s.316)
“Doktor kelimesi yerine “Ah-men”, kırık çıkıkçıya “Kak-bak”, şifacı hekime”Ah-bak”, çocuk doğurtan ebeye “ilk-alan-zah” derlerdi.” Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme adeti tespit edilmiştir. (Tunç derililer. S.162) (Age. S. 316)
“M***vk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dahil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.”
“Brezilya ormanlarında Zakuma Kızılderililerinde güreş, rakiplerden birisi can verene kadar devam eder. Bizdeki “Kırkpınar” efsanesinde de pehlivanlar can verene kadar güreşmişlerdir.”
“Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atabaşkan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Eğer Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.” (Tunç derililer. S. 181) (Age. S. 316)
“İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler. İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı. (Dede korkut destanlarından Boğaç Han destanı hatırlanırsa, orada da çocuk bir kahramanlık gösterdikten sonra ad almış, ve bu ad alma işlemi de bir törenle gerçekleştirilmiştir.M.K.) bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi. “
“Mayalarda buluğ çağına eren çocuklara ok ve yay verilirdi. Kafkasya Türklerinde hala yaşatıldığı üzere, kadın kocasını adı ile çağırmaz, “Evin büyüğü”, “çocukların babası” gibi sıfatlar kullanırdı. Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.” (Age. S. 317)
Yukarıdaki paragrafta anlatılanların tamamı Anadolu’da yaşanmakta olan Türk kültürünün bire bir aynıdır. Bu kadar yakın ve benzer bir yaşam biçiminin binlerce kilometre uzaktaki bir kıtada aynen yaşanıyor olması tesadüflerle izah edilebilir mi?
“İnkalarda aşağı sınıftan yani “Kara budun”dan olan birisi bir boğayı öldürmeden evlenme hakkı kazanamazdı. “
“M***vk ve Atabaşkan kabilelerinde Kore Türkleri olan İlu’lar gibi, nişanlı kızlar saçlarına nişan tüyü takarlar.”
“Loğusa kadın bütün Altaylılar gibi kutsal sayılır. Loğusanın kırkını yaparlar. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanır.”
“Cenaze merasimlerinde bütün Altaylılar gibi ölü ağlayıcıları tutarlar. (Anadolu’da, Ankara yöresinde bu gelenek “Yasçı Tutmak” olarak yakın zamana kadar uygulanmaktaydı. Son zamanlarda azalmış durumdadır. Aynı gelenek yine Ankara il sınırları içindeki Kürt köylerinde de uygulanmaktaydı ve halen uygulanıyor. M.K.) Mayalar ölüm yıl dönümünde “Yıl aşı” verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.” (Age. S. 317)
“Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı “Tez Katlı Poka” (Tez katlı boğa)dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui (Akui- Altından ırmaklar akan yer) derler.”
“Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “Hu” çekerek Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları tespit edilmiştir. (Tunç derililer.s.246)”
“İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar “Ç-şıra” (şıra) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye “Çira” derlerdi.” (Age.318)
Washington’daki Büyük Başkan’a
Washington’daki büyük başkan bize topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir haber yolluyor. Büyük Başkan bize aynı zamanda dostluk iyi niyet dolu sözler de gönderiyor. Bu dostça bir davranıştır, zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı olmadığını pek iyi biliriz. Biz onun istediğini düşüneceğiz, zira eğer biz satmağa razı olmazsak, belki o zaman da beyaz adam tüfeğiyle gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.
Gökyüzü nasıl satılır, ya da satın alınır, ya toprakların sıcaklığı? Bunu tasarlamak bize yabancıdır. İnsan havanın tazeliğine, suyun şarıltısına sahip olamazsa onu nasıl satabilir?
Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz? Biz kararımızı vereceğiz. Seattle Reis ne söylerse, Washington’daki Başkan bunun doğruluğuna emin olmalıdır, tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar geleceğine güveni olduğu gibi.
Benim sözlerim yıldızlara benzer ki onlar hiç bir zaman sönmez. Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır, pırıldayan her çam yaprağı, her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki her sis, her geçit, vızıldayan her böcek ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır. Ağaçların içinde yükselen özsuyu kızılderili adamın hatıralarını taşır. Beyazların ölüleri, yıldızların altından geçmek için uzaklara giderken doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiç bir zaman unutmazlar,çünkü o kızılderililerin annesidir. Biz bu toprakların bir parçasıyız ve onlar bizden birer parçadırlar. O güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimiz, geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılık sıcaklığı hepsi aynı bir aileye aittir.
Washington’daki büyük başkan bize bir yer vereceği ve bizim orada rahatça kendi kendimize yaşayabileceğimizi haber veriyor. O bizim babamız, biz de onun çocukları olacağız. Fakat böyle şey acaba hiç olabilir mi?
Tanrı bizim ulusumuzu sever, fakat kızılderili çocuklarını terk etti. O beyaz adama işinde yardım etsin diye makinalar yolluyor ve onun için büyük köyler yapacak. O geçen her günle sizin ulusunuzu daha kuvvetli yapacak.
Beklenmeyen bir yağmurdan sonra ırmaklar nasıl yataklarından taşarlarsa, siz de çok geçmeden bu toprakları dolduracak, her tarafa taşacaksınız.
Benim ulusum gelgitin çekilen dalgalarına benzer, fakat onlar bir daha geri gelemezler. Hayır biz başka başka ırklardanız. Çocuklarımız beraber oynamazlar, ihtiyarlarımızın anlattığı öyküler de başka başkadır. Tanrının lütfu sizin üzerinizdedir, bizler yetim kaldık. Biz topraklarımızı satmak için yaptığınız teklifleri bir kere daha düşüneceğiz. Bu sandığınız kadar kolay olmayacaktır.
Çünkü bu topraklar bize kutsaldır. Biz bu ormanlarla seviniriz. Bilmiyorum. Bizim davranışımız sizinkinden farklıdır. Derelerin ve ırmakların içinden geçerken pırıldayan sular yalnız su değildir: onlar bizim atalarımızın kanlarıdır.
Biz size bu toprakları sattığımız zaman, bilesiniz ki, onlar kutsaldır ve sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını ve göllerin berrak sularında oynaşan her yansının benim ulusumun yaşantılarına ait masalları ve öyküleri anlatmakta olduklarını öğrenmelidirler. Suların çıkardığı sesler benim atalarımın sesleridir. Irmaklar bizim kardeşlerimizdir, onlar bizim susuzluğumuzu giderirler, bizim kayıklarımızı taşır, ve çocuklarımızı beslerler. Topraklarımızı sattığımız zaman, bunu hatırınızda tutmalısınız, ve çocuklarınıza öğretmelisiniz. Irmaklar bizim kardeşlerimizdir, sizin de. Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara iyiliğinizi esirgememelisiniz, öteki her kardeşe karşı da.
Kızılderili adam onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde geriledi, nasıl ki sabahın sisi dağlarda doğan güneşin önünden kaçar. Fakat bizim babalarımızın külleri kutsaldır. Onların mezarları mübarek topraklardır, bütün bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu kısmı, bizim için mübarektir.
Biz beyaz adamın düşünümüzü anlamadığını biliriz. Toprağın her parçası onun için birdir, çünkü o gece gelen ve yerden ihtiyacı olan şeyi alıp giden bir yabancıdır. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır, onu elde ettikten sonra ilerlere gider, babalarının mezarlarını geride bırakır ve onlarla bir daha ilgilenmez. O toprağı çocuklarından çalar ve gene ilgilenmez. Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabukça unutulur. O annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü satılacak ve talan edilecek şeyler gibi, ya da koyunlar veya parıldayan inciler gibi satın almak için kullanır.
Onun açlığı dünyayı saracak ve geride her tarafta çölden başka bir şey kalmayacak! Ben bilmiyorum, bizim düşünüşümüz sizinkinden farklıdır. Sizin şehirlerinizin görüntüsü kızılderili adamın gözlerini ağrıtır. Belki bu onun bir vahşi olmasından ve bu gibi şeyleri anlayamamasından ileri gelir!
Beyazların şehirlerinde sessizlik denen bir şey yoktur. Orada ilkbaharda oluşan yaprakların seslerini, uçuşan böceklerin vızıltılarını işitecek bir yer de bulamazsınız. Fakat bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan ve bunları anlayamamamdandır. Gürültü, patırtı bizim kulaklarımızı adeta tahkir eder. Kuşların ötüşünü, ya da geceleyin su başında kurbağaların bağırışlarını işitmedikten sonra dünyada ne vardır. Ben kızılderili bir adamım ve bunu anlayamıyorum.
Bir kızılderili gölün üstünden gelen rüzgârın mülâyim gürültüsünü sever, öğleyin yağan yağmurun temizlediği, taze çam yapraklarının ağırlaştırdığı rüzgâr kokusundan hoşlanır. Kızıl adam için hava kıymetlidir, çünkü her şey aynı solunumdan pay alır. hayvan, ağaç ve insan, hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz adam teneffüs ettiği havanın farkında değilmiş gibi görünüyor. Bir kaç gün önce ölen bir insanın kötü kokulan duymadığı gibi. Fakat biz size topraklarımızı satarsak, unutmamalısınız ki, hava bizim için kıymetlidir ve hava hayatta tuttuğu her şeyle ruhunu paylaşır. Rüzgâr babalarımıza ilk nefeslerini vermişti ve son nefeslerini de alan odur.
Çocuklarımıza da yaşama ruhunu o vermelidir. Eğer biz topraklarımızı size satarsak, onu özel ve mübarek bir şey olarak kıymetlendirmelisiniz. Beyaz adam da çayır çiçeklerinin üzerinden geçen rüzgârın onların kokularıyla nasıl tatlı koktuğunu duymalıdır. Topraklarımızı satmak üzerinde düşüneceğiz ve eğer buna karar verirsek, bunun bir şartı olacaktır. Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir.
Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından bırakılmış, çürümüş binlerce bizon gördüm. Ben bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif), sırf hayatta kalmak için öldürdüğünüz bizondan daha kıymetli olduğunu anlayamam. Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne kıymeti vardır. Eğer bütün hayvanlar onu bıraksalardı, insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi? Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelen, onun oğullarının da başına gelir.
Sizler çocuklarınıza ayaklarının altındaki toprakların bizim büyük babalarımızın külleri olduklarını öğretmelisiniz. Toprağa kıymet vermeleri için onlara,toprağın bizim atalarımızın ruhlarıyla dolu olduğunu anlatınız.Çocuklarınıza, bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz.Toprak bizim annemizdir.Toprağın başına gelenler onun çocuklarının da başına gelir.
İnsanlar toprağa tükürürlerse,kendi kendilerinin yüzüne tükürmüş olurlar.Zira biz biliyoruz ki,toprak insana değil,insan toprağa aittir.Her şey, bir aileyi birbiriyle birleştiren kan gibi birbirine bağlıdır. Her şey birbirine bağlıdır.Toprağın başına gelen oğullarının da başına gelir.
İnsan hayatın dokusunu yaratmamıştır, onun içinde yalnız bir liftir. Siz dokuya ne yaparsanız, bunu kendinize yapıyorsunuz demektir. Hayır, gündüzle gece bir arada yaşayamazlar. Bizim ölülerimiz dünyanın tatlı ırmaklarında yaşamağa devam ederler ve ilkbaharın yavaş adımlarıyla tekrar geri dönerler, onların ruhu gölün yüzeyini çalkalayan rüzgârdır. Beyaz adamın topraklarımızı satın almak hususundaki isteğini düşüneceğiz.
Fakat benim ulusum soruyor, beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzü ve toprakların sıcaklığı, koşan antilopların çabukluğu nasıl satın alınabilir? Biz size bütün bu şeyleri nasıl satabiliriz, siz de bunları nasıl satın alabilirsiniz? Kızıl adam bir kâğıt parçası imzaladığı ve bunu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğinizi yapabilir misiniz? Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek, onları size nasıl satabiliriz? Sonuncusu öldükten sonra bizonları yeniden geriye satın alabilir misiniz? Biz teklifiniz üzerinde düşüneceğiz. Biz, satmağa razı olmadığımız takdirde, beyaz adamın tüfeğiyle gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Fakat biz vahşi insanlarız. Beyaz adam ise, geçici olarak iktidardadır ve O kendisini bütün dünyanın kendisine ait olduğu, Tanrı sanmaktadır. Bir insan, annesine nasıl sahip olabilir? Biz topraklarımızı satın almak hususundaki tekliflerinizi tekrar düşüneceğiz.
Gece ve gündüz beraber yaşayamazlar, biz, sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Biz uzakta ve sükun içinde yaşayacağız. Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarını gururları kırılmış ve yenilmiş gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler, vücutlarını tatlı yemekler ve kuvvetli içkilerle zehirlediler. Günlerimizin geri kalan kısmını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye de pek fazla zaman kalmamıştır. Bir kaç saat, bir kaç kış, sonra eskiden bu topraklar üzerinde yaşayan insanlardan, kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse kalmayacaktır. O ulus ki bir vakit sizinki gibi kuvvetli idi ve geleceğe ümitle bakıyordu; oysa şimdi ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka yapacak bir şeyleri olmayacaktır.
Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım? Uluslar insanlardan oluşurlar, başka bir şeyden değil. İnsanlar da denizdeki dalgalar gibi gelip geçerler. Onlara yol gösteren ve onlarla dostun dostla konuştuğu gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alınyazısından kaçamayacaktır. Belki biz hep kardeşleriz.
Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır. Sizler belki bizim topraklarımıza sahip olduğunuzu düşündüğünüz gibi ona da sahip olacağınızı düşünüyorsunuz, fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların Tanrısıdır, kızılderililerin de beyazların da. Bu topraklar onun için kıymetlidir. Onları yaralamak, onların yaratıcısını hor görmek demektir.
Beyazlar da bir gün bu dünyadan gideceklerdir, belki de bütün öteki ırklardan daha çabuk. Yataklarınızı zehirlemeğe devam ediniz, ve bir gece kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız. Fakat batışınızda her tarafa parlak bir ışık yayacaksınız, bu, sizi bu topraklara getiren ve size bu ülkeye ve kızılderili adama hakim olmanızı emreden Tanrının kudretinin ateşinden gelecektir. Bu kader bizim için bir muammadır.
Bütün bizonlar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların en gizli köşeleri, binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan,sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Çalılıklar nerede? Kayboldular! Kartallar nerede? Gittiler! O hızlı koşan taya ve ava “Allahaısmarladık” demek, ne demektir? Bu, o yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır! Tanrı bizim hayvanlara ve kızılderililere hâkim olmamızı istedi, herhalde bunun özel bir sebebi olacaktır, fakat bu sebep bizim için bir muammadır.
Belki beyaz adamın nelerden rüya gördüğünü, uzun kış geceleri çocuklarına hangi ümitlerini anlattığını, onların sabahın özlemini çekmeleri için imgelemlerinde (muhayyile) ne gibi hayalleri ateşlediğini bilseydik, evet belki o zaman onu anlayabilirdik. Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Ve onlar bize saklı oldukları için de, biz kendi yollarımızdan gideceğiz. Çünkü biz her şeyden önce her insanın kardeşlerininkinden -ne kadar farklı olursa olsun- istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız. Bizi birbirimize bağlayan şeyler çok değildir. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz.
Eğer ona evet dersek, bu sırf bize vaat ettiğiniz yeni toprakları güvenlik altına almak içindir. Belki orada kısa günlerimizi kendi alıştığımız şekilde geçirebileceğiz. Son kızılderili bu dünyadan gittiği ve onun hatırası, yalnız bir bulutun sonsuz çayırların üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımın ruhu bu kıyılarda ve ormanlarda yaşamağa devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı, yeni doğan bir çocuğun annesinin kalbinin atışını sevdiği gibi.
Size bu toprakları sattığımız zaman, siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz, onlarla bizim ilgilendiğimiz gibi, ilgileniniz. Onları bugün bulduğunuz gibi hatırlayınız. Ve bütün kuvvetinizle, ruhunuzla ve kalbinizle onları çocuklarınız için koruyunuz ve Tanrının hepimizi sevdiği gibi, siz de onları seviniz.
Çünkü biz bir şey biliyoruz: Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya mübarektir. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz. Belki biz hepimiz kardeşiz. Zaman bunu gösterecektir.
Duwarmish kızılderililerinin reisi Reis Seattle